FEYZA ALTUN MERİÇ: HİÇ KUSURA BAKMASINLAR BİZE TAHAMMÜL ETMEYİ ÖĞRENECEKLER!


Ben onu bir sabah facebook'un ana sayfasında gördüm. Kucağında bebeğiyle duruşmaya girmiş, cübbeli genç bir kadın fotoğrafı. İçim kabardı birden, kan akışım hızlandı. Hiç öncesini sonrasını hesap etmeden mail attım. "Sizinle tanışmak, konuşmak istiyorum" dedim. "Elbette! seve seve" diye cevap verdi. Biz hemen önümüzdeki Cumartesi günü için sözleşmiştik. Ama o gün gelene kadar o kadar şahane şeyler oldu ki! Kendisi konuşmasa da, hep bir şekilde medyada gördük. Muhtemelen "bu kadarını" kendisi de tahmin etmemişti ama öyle ya da böyle şahane bir şeye vesile oldu. Bazen şunu düşünüyorum. Hayatta şikayetimiz olan hemen her konuda tek bir kıvılcıma bakıyoruz sanki. Sonra biri bizim yerimize kalkıp parmağını şıklatıyor ve ardından sürüklüyor hepimizi. Ama o "biri" hiç gelmeyebilir de! Bazen de o biri biz olmalıyız!! Değil mi? Her şeyden önce kendi adına bunu yaptığı için çok kalpten kutluyorum Feyza Altun Meriç'i! Kahraman beklemediği, kendi kendinin kahramanı olduğu için! Ama bu sayede başkalarına da ışık oldu. Daha da olacak! Buraya yazıyorum. Bu şahane kadının adını daha çok duyacağız! "Demişti" dersiniz... 

Önce sizi biraz tanıyalım mı? 

-Beş senelik avukatım.  Kadıköy'de kendi bürom var. Stajımı da burada yaptım.  Zaten İstanbul'da doğdum büyüdüm. Marmara Üniversitesi'nde okudum.  Hamileliğim süresince de sürekli çalışıyordum. Oğlum  doğduktan sonra da aynı azimle "çalışmaya çalışıyorum" diyeyim. Olabildiğince tabi. 

Daha bir yaşında yok tahminim...

-Yedi aylık. 

Öncesinde planladığınız bir şey miydi bu?  Yoksa tamamen spontane mi gelişti?

-Kesinlikle önceden planladığım bir şey değildi. Ben o gün çok zor durumda kaldığım için götürdüm oğlumu oraya. Bırakacak kimse yoktu. Eşim zaten çalışıyor. Annemin işi vardı. Arkadaşlarımın hepsi aynı şekilde, hepsi çalışan kadınlar.  O gün için resmen son çaremdi o benim orada. Doğduğundan  beri kucak bağına alıştırdığım için de her yerde o  şekilde gezdiriyorum zaten. Haliyle duruşmaya da o şekilde girdik. Ama bu medyaya nasıl yansıdı? Sanki biz her gün gidip öyle bir saat iki saat takılıyor muşuz gibi orada! Böyle bir şey olabilir mi! Zaten ben 21 Ocak'ta girdim duruşmaya. Düşünün bu bir hafta sonra bu şekilde haber oldu. Ama o bile sanki hemen o gün olmuş gibi yansıtıldı ilk anda. 

Peki az çok olabilecekleri tahmin etmiş miydiniz? Çok ters de tepebilirdi çünkü. Mesela Hakim size “bu şekilde duruşmaya giremezsiniz” dese ne yapacaktınız?

-Hakimin öyle bir yetkisi yok. Hakim bir avukatı duruşmadan çıkaramaz. 

Sizi çıkaramaz ama çocukla girmenizi kabul etmeyebilirdi. Canınızı çok sıkacak bir yorum yapabilirdi...

O zaman durum biraz daha farklı gelişirdi elbette. Ama size bir şey söyleyim mi? Bırakın cübbeyle çıkmayı ben sokakta bile kucak bağıyla çıktığım zaman insanlar tuhaf tuhaf bakıyor. Bunun dikkat çekici bir şey olduğunun tabiki bilincindeydim ben.  Ha şunu düşündüm tabib. Bunu hakim görür, birileri görür, bir iki bakarlar sonra alışırlar. Alışsınlar da! Daha ileriki zamanlar için elbette düşündüğüm bir şeydi. Resmi kanaldan Başsavcılığa başvuracaktım zaten. Ama ben daha bunu yapamadan medyaya yansıdı ve daha hızlı daha farklı bir şekilde ilerledi olaylar.Belki üç yılda katedilemeyecek bir yolu üç günde almış olduk. O yüzden de o gün bugündür  şunu söylüyorum zaten. "Yaşasın medyanın gücü, kahrolsun bürokrasi!" 

" Ayrıca yaptığımın asla cesaret işi olduğunu  düşünmüyorum. Bence benim yaptığım dünyanın en normal şeyi.  Sanki calışan kadınsanız çocuğunuzdan apayrı bireysel bir hayat geliştirmeniz gerekiyormuş gibi, insanlar sizi çocuğunuzla birlikte gördükleri zaman bunu  yadırgar hale geldiler. Bu çok içler acısı bir şey. Sırf bu yüzden kadınlar çocuklarını bir yere götürmeye çekiniyorlar. Şehirlerde böyle garip bir algı oluştu. Şunu düşünün bir kere. Sırtında yük taşıyan taşralı bir kadın olsaydım ben, o yükü taşırken sırtımda çocuğumun olması kimsenin tuhafına gitmeyecekti. Ama büyük şehirlerde insanlar her şeye yabancılaştıkları gibi "çocuk ve anne" bağına da yabancılaştırıldı."  

Peki bu gerçekten tamamen sistemin hatası mı sizce? Farkında olmadan bile olsa  zaman zaman kadınlar da kendini engelliyor olamaz mı?

-Kesinlikle doğru söylüyorsunuz. Bu var tabi; ama şöyle, kapitalist  sistemin bize dayattığı bir kadın görüntüsü var. Kadın bebekle dışarı çıkmak istemiyor evet; çünkü bir sürü zorlukla karşılaşıyor. Mekanlar daracık, dediğim gibi insanlar tuhaf tuhaf bakıyor size. Siz rahatsız oluyorsunuz bu sefer onlar o şekilde baktığı için. Tahammül denilen şey zaten sıfır. Çocuk sesine tahammülümüz kalmamış. Şimdi tüm bunlar kadınların da sinmesine, geri çekilmesine neden oluyor tabi. Kadınların hatası var; yok diyemeyiz ama onları bu şekilde geri çekmeye iten nedenlerden bağımsız değerlendiremeyiz bunu hiç bir şekilde. 

Eşiniz ya da aileniz nasıl düşünüyor bu konuda? Onlarla bu fikrinizi ilk paylaştığınızda nasıl tepkiler aldınız?

-Ben gebeyken hep şunu diyordum. "Ne olacak! Ben gene çalışırım. Ofise de götürürüm bebeğimi,duruşmaya da girerim." Bana herkes "olsun bakalım o zaman görürürüz seni" diyordu.  Ama ben hiçbir zaman etrafımın ne dediğini önemsemedim. iyi ki de önemsememişim diyorum çünkü yaptığım şey harika bir şeye vesile oldu. Ha ama bana sorarsanız tercih eder misiniz diye kesinlikle etmem. Mecbur kalmasam asla götürmezdim oğlumu oraya. Bir kere adliyeler bir çocuğun bulunması gereken en son yer bile değil. Her şeyden önce hijyenik değil. Dolayısıyla gene üstüne basa basa söylüyorum ki mecbur kalmasam götürmezdim ama vesile olduğu şey açısından da son derece mutluyum. Bunun bu şekilde pozitif bir şeye dönüşmüş olması harika oldu. 

Bir taraftan da farkında olarak ya da olmayarak resmen bir misyon yüklenmiş oldunuz. Ya da böyle hissediyor musunuz diye sorayım. 

-Şunu söylemek istiyorum.Ben öncelikli olarak, çok dağılmadan, adliyedeki bakım odalarının ve kreşlerinin açılmasını takip etmek istiyorum. Çağlayan Adliyesi'nde var mesela ama; malesef avukatlar çocuklarını bırakamıyorlar oraya. Kendi çocuğum mevzu bahis olduğunda ben henüz iki yaşına kadar çocuğumu bırakamam kreşe. Ama bu ülkede insanların başkaları için bir şey yapması çok garip karşılandığı için, benim bu uğraşımın kimilerine de çok garip geldiğini görüyorum ve ben de bunu çok garipsiyorum işte. Biz her şeye gerçekten bu derece mi yabancılaştık diyorum. Şu var tabi; burada bizim de  öz-eleştiri yapmamız gereken çok nokta var. Mesela bu aslında en çok Baro'nun eksikliği. Ama bu olaydan sonra beni  Barolar Birliğinde de aradılar ve tüm bunları üst üste koyup düşündüğümde, hakikaten çok doğru bir şey yapmışım, iyi ki de yapmışım diyorum. Daha şu aşamada bir misyonum var mı? Olmalı mı? Ondan çok emin değilim açıkçası ama; bir şeyler yapabilmeyi çok istiyorum. 

"Bütün çalışan kadınlar holdinglerde ceo değil. İnsanlarda bir de böyle bir algı yanılsaması var. Çalışan kadın deyince akıllarına direk topuklu, takım elbiseli kadın geliyor. Doktor ya da mühendis geliyor. Kadınlar garsonluk da yapıyor, bulaşıkçılık da. Karın tokluğuna kendi çocuğunu bakıcıya bırakıp, kendisi de başkasının çocuğuna bakan kadınlar var. Düşünebiliyor musunuz? Böyle korkunç bir döngü bu. İşte bunların hepsi  bu kapitalist sistemin dayattığı şeyler. En basit hobilerimizi yapabilmek için bile ciddi bir para gerekiyor. Mesela ben dikiş dikmeyi seviyorum; kumaş almak istiyorum,  kumaşın metresi 30 lira. Konuşurken bile içimiz kararıyor ama gerçeğimiz bu malesef."

Sosyal medyada sık sık "bunu siyasete bulaştırmayın lütfen" şeklinde sözler yazdınız. Neden böyle bir ihtiyaç duydunuz? Çarpıtılma ihtimali çok mu endişelendirdi sizi?

- Zaten tam da söylediğiniz şekilde gelişti. Birgün gazetesi bu haberi "Erdoğan'a üç çocuk tepkisi" şeklinde verdi. Bu benim yapmak istediğim şeyi direk baltalayacak bir şey. Bunu istemem tabi. Çünkü derdim bu değil. Derdim çok daha temel çok daha ortak bir şey. Dolayısıyla o habere tepki göstermek zorunda kaldım tabi. Biz kadınlar olarak biriz ve özellikle söz konusu çocuğumuz sa bu konuda asla ayrışmıyoruz.  Bir keresinde de artık ayrışmayalım lütfen!  Ben yaptığım şeyin bireysel çıkarlar için kullanılmasına itiraz ediyorum aslında. Yerine göre siyaset elbette yapılır. Yapılmalıdır da. Ama benim yaptığım şeyin siyasi bir yanı yok. Bunu da malzeme etmesinler artık lütfen.  

Tamamen şov amaçlı diyen bu şekilde düşünenler de oldu. Onlar için söylemek istediğiniz bir şeyler var mı?

-Ben neyin şovunu yaptığımı düşündüklerini anlayamadım. Muhtemelen onların çocukları yok.Ya da varsa da  algılamamız çok farklı demek ki diye düşünüyorum. Bir yandan da diyecek bir şey bulamıyorum açıkçası. Ama şunun için mutluyum. Hedefini buldu bu hareket.  Kadınları uyandırdı. Bunun için çok mutluyum. Benim hedef kitlem kadınlardı zaten; onlara da ulaştım diye düşünüyorum. Destek veren erkekler de çok oldu;  onlara da çok teşekkür ediyorum ama, "kadınlar hiç bir şey yapmasın, evde otursun diyen bir kesim var ki benim bu yaptığım şeye şov diyenler de büyük ihtimalle onlar "  Valla hiç kusura bakmasınlar, hayatın içinde her alanda bize tahammül etmeyi öğrenecekler. Öğrenmek zorundalar!

 Peki bir yandan da çocuk sahibi olmayı çok isteyen; ama bunu hep ayak bağı gibi gören,  hayatının tamamen sekteye uğrayacağını düşünen bir sürü de genç kadın var. Onların içine su serpecek bir şey söylemenizi istesem...

-İnanın değil. Hiç değil hem de. Şimdi bana kadınlar diyor ki "siz yapıyorsunuz ama biz şimdi bunu nasıl yapalım, biz şöyle çalışıyoruz vs." Evet bazı şeyler bu kadar kolay değil;  ama hiç bir şey kolay değil. Ben bir kere bile pişmanlık duymadım. Hatta şuna eminim ki oğlum biraz büyüdüğü zaman ikinciyi de isteyeceğim. Keşke imkanım olsa da üçüncüyü de yapabilsem.  Çocuk dünyanın en güzel şeylerinden biri.  Ben hamileliğim boyunca çalıştım mesela. Hiç de zorlanmadım. "Doğur o zaman görürüz seni" diyorlardı. Doğurdum, hayatımı aynı şekilde devam ettirmeye çalıştım, çalışıyorum. Belki inanmayacaksınız ama eskisinden daha çok kitap okuyorum. Şimdi "yürümeye başlasın o zaman görürüz" diyorlar. Bunlara kulak tıkamak zorundayız.  Korkmasınlar ya! Bunların hepsi tam bir mahalle baskısı işte. 

Tüm bu olanlardan sonra aynaya baktığınız zaman hissettiğiniz en güçlü duygu nedir? Kendinizle gurur duyuyor musunuz ? Ya da? 

-Belki daha çok sıcak olduğu için bunu çok kestiremiyorum. Henüz şu aşamadayken bir zafer olduğunu düşünmüyorum. O bina yapılmadan ben kendimle gurur duyorum diyemem açıkcası. 

B     Beklentinizin tam karşılığı nedir? 

       -Ben bütün bu taleplerimizin, haklarımızın tam olarak uygulanabilir şekilde  kanunlaştırılmasını umut ediyorum. Umut etmekten öte buna inanıyorum. Olmalı. Yoksa bu haliyle "işte o anne" haliyle kalır ki ben bunu istemiyorum. Ben yaptığım hareketin hedefine ulaşmasını istiyorum. Şu ana kadar olanlardan çok mutluyum evet; bu çok net. Ama dediğim gibi bunun domino taşı gibi ilerlemesini ve hepimiz için çok pozitif bir şeye dönüşmesini çok arzu ediyorum. Bu yüzden de bütün kadınlardan tam destek bekliyorum. Kendimiz için!...



Yorumlar

  1. Bu blog işi iyi olmuş Feyza... Takipteyim...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Feyza'nın blog adresi : http://www.feyzaltunmeric.blogspot.com.tr/

      Sil
  2. Başkaldırı, devrimci bir eylemdir.

    Ve tarihin pek çok noktasında ve dünyanın pek çok yerinde, başkaldırının aktörleri, tarihsel süreci değiştirmişlerdir.
    Çin esaretindeki Göktürkler'in özgürlüğü için Çin'e başkaldıran Kür Şad, Roma'da köleliğe başkaldıran Spartaküs, Latin ırklarına özgürlük bilinci için hayatından vazgeçen Che Guevara ve Anadolu'yu, halkına yeniden vatan yapan Mustafa Kemal...
    Elbette ki bunlar en uç örnekler.

    Kadın hakları konusunda Mary Wollstonecraft, hemşireliğin kurucusu meslek haline getiren Florence Nightingale ve insanın toplumsal ufkunu açan niceleri...

    Misal çok...

    Afife Jale, sahneye yüreğini koymasa, kim bilir ne zaman sahnede yerini alırdı Türk kadını.

    Dönüşümü sağlayan olayları, büyük ya da küçük diye ayırmamalı... Her başkaldırının esas figürünün bir değeri vardır. Bazen sonuçtan daha değerlidir eylem. Yukarıda andıklarımın bi'kısmı ve mesela Jeanne d'Arc ya da William Wallace pek erken ölmüşlerdir ama etkileri hep devam etmiştir.

    Böyle durumlarda, girişimlerin sonuçsuz kalması için, üzeri örtülü ya da aleni bi'çok karşı atak olduğu muhakkak. Bu cesur girişimin sâkıt olması için de birileri taarruza geçecektir elbette. O gazetenin haberi veriş şekli de, masumiyet atfedilemeyecek bir kastın sonucu olsa gerek. Lakin insanlık, önüne dikilen surlarda bir gedik açanları önemsemeli ve hiç değilse, çabasına destek verme gayretini esirgememeli.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Tarihe adını altın harflerle yazdıran ne kadar kadın varsa anmışsın adını! :) Arşiv niteliğinde olmuş bu! :)) Bu andığın bütün kadınlar tam da söylediğim şeyin karşılığı. Bir kurtarıcı beklemeyen, kendisi bir adım atan kadınlar ki zaten çoğu zaman her şey o bir adıma bakıyor. Gerisi bir şekilde geliyor...

      Sil
  3. Hepsi dersek, adını anmadıklarımıza haksızlık etmiş oluruz bence. Zira, o an aklıma gelenlerdi. Oysa daha niceleri var. Bakın, şimdi de aklıma Rahibe Teresa ile hayatını idealine feda eden Rosa Luxemburg. Hatta, Clara Schumann... Romantik dönemim ünlü bestecisi. Erkek egemen bir müzik hayatında ortaya çıkma cüreti...

    Şimdi aklıma gelmeyen daha kim bilir kaç devrimci kadın var, kendisinden sonrakiler için öncü olmuş, tarihin kendisine yüklediği misyonu, kişisel kaygı gütmeden vazife bilmiş. Hepsini saygı ile anıyorum vasileniz ile ;)

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

hoşgeldiniz

Bu blogdaki popüler yayınlar

Peki'yi kim icat etti?

ERTUĞRUL ÖZKÖK: CENAZEM KİLİSEDEN KALDIRILSIN İSTİYORUM!

Rötarlı: Grinin Elli Tonu