Kayıtlar

2015 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

METİN AKPINAR: AŞK GERÇEK DEĞİLDİR GERÇEKLE KARŞILAŞINCA AŞK BİTER!

Resim
Arıyorum... Açılmıyor. Arıyorum… Açılmıyor. Umudu kestim. Boynumu büktüm. Teşhisi koydum: Bu numara kesin yanlış.  Aradan günler geçiyor… Unutuyor muyum? Asla! Ama araya günlük meşgaleler giriyor. Yetiştirilmesi gereken işler, yatırılması gereken faturalar giriyor. Araya esmer bir oğlan, araya hayat giriyor… Derken, bir gün telefonum çalıyor. Ve ekranda şöyle yazıyor. “Metin Akpınar arıyor…” Size yemin ederim, nutkum tutuluyor. Heyecandan öleceğim. Ellerim titriyor… hızla sesimi düzeltiyorum ve titreyen ellerimle açıyorum. “Merhaba, ben Metin Akpınar, beni aramışsınız. Lütfen kusura bakmayın, İstanbul dışındayım ve bir süredir misafirlerim vardı, onlarla ilgileniyordum” diyor. Önce bir mest oluyorum, sonra yüz bin kere daha hayran!... Böyle bir zerafet işte. Böyle bir centilmenlik, böyle bir kıymet vermek… “Kusur ne demek” diyorum. “İşin aslı şu an heyecandan ölüyorum ve söze nasıl başlayacağımı da bilemiyorum.” Allahtan o konuşurken dilim biraz açılıyor da iki laf

SENİ ALACAKLAR MI YAVRUM?

Resim
İzzet Çapa'nın bugünki Hürriyet Kelebek'teki, Özge Ulusoy röportajından... (aklımda kaldığı haliyle yazıyorum) Soru şu: Evlilik hakkında konuşuyor musunuz? Cevap: Hayır, hiç. Ne ben "biz ne oluyoruz, evlenecek miyiz diye soracak bir kadınım, ne de Hacı bu soruya mağruz kalacak bir adam." Soru şu: Ne olacak bu külkedisi hikayesi durumunuz, mahalle baskısı hissediyor musun? Cevap: Artık görüyorlardır diye düşünüyorum. Sürekli üretiyorum, kendi paramı kazanıyorum, on kazanıyorsam üçünü emlağa yatırıyorum. Ama insanlar bu sorunun cevabını benden çok düşünüyor sanırım. Geçenlerde havaalanında bir teyze yaklaştı yanıma mesela "Seni alacaklar mı yavrum?" diye sordu.  Sorunun vehametine gel.  İşin tuhaf yanı bu baskı insanın sağlıklı karar almasının bile önüne geçebilir.  Ne bileyim, insan kendisi bile hiç farkında olmadan hırs yapabilir.  Mesela hanım teyzemizin sorusuna aynı minvalde cevap verilecekse "Bilmem, ben 'varacak mıyım acaba' yı d

YENİ OYUNCAĞIMI BULDUM

Resim
İnsanlık için küçük kendim için büyük bir adım atıp yoga'ya başladım. Ben ki elimi attığım her işi biraz da kendimi gaza getirmek için "ver coşkuyu" minvalinde yaşarım, yoga'da bir duraksadım. İki hafta geçmesine rağmen size de henüz yeni yumurtladım. Oysa daha başlamadan bin kere "geldim, geliyorum, geleceğim" şeklinde davul çalıyor olmalıydım. İlk derste hocamız şöyle bir şey söyledi. "Buraya gelirken bütün niyetler geçerlidir! isterseniz gerçekten yoga felsefesini anlamak için gelin, isterseniz bedeninizi daha çok sevmek, forma girmek için gelin, isterseniz yeni insanlar tanıyıp sosyalleşmek için gelin, hepsi kabul!" Önce buna bir şaşırdım. Bir an  Mevlana'nın o meşhur sözünü çağrıştırdır bana. "Ne olursanız olun, gene gelin" Ama ben o felsefeyi çok sevmiyorum. Hatta hiç sevmiyorum... Bir yere varmak isteyen önce oranın sorumluluğunu alacak kafada olmalı. Ben mesela bektaşi felsefesiyle büyümüş bir insan evladıyım. :) Bilenler bi

SEVİYORSAN GİT #OYVER BENCE!

Önce derin derin bir nefes al. Sonra arkana yaslan ve bir düşün.  'Vatan' senin için ne ifade ediyor?  İçinde insanların yüzü gülmüyorsa artık, oraya "vatan" denilebilir mi? Önce bunu bir düşün. Vatan çorak bir topraktan başka bir şey değilse, bütün annelerin gözü yaşlı, kalbi kırık, onuru çiğnenmişse... Babaların gözü önünde kızları polis kurşunuyla "arkasından" vuruluyorsa... Yedi yaşında bir çocuk vatan hainliğiyle, terorist damgasıyla fişlenebiliyorsa... Hayatında hiç duymadığın kadar "biz, siz" kelimelerini işitir hale geldiysen... Hayatında hiç duymadığın kadar "alevi, sünni", "türk, kürt" kelimelerine mağruz kalıyorsan... İnandığın Allah da, kitap da birilerinin tekeline alındıysa... Aynı evin içinde iki kardeş bile kavga edemeden haberleri sonuna kadar dinleyemez hale geldiyse... En son hatırladığın medya baskını haberi daha bu sabaha aitse... Ölüm bazı işlerin fıtratından geliyorsa...!!!(???) Onca insan kimi da

YETERİNCE DİKKATLİ BAKARSAN HERŞEY İLGİNÇLEŞMEYE BAŞLAR

Resim
(Başlıktaki sözü bir yerde okumuştum. ) Geçtiğimiz kış, Kadıköy Mephisto'da bir defter gördüm. O an çok acelem vardı, sonra gelir alırım diye bıraktım, çıktım. Daha sonra gittiğimde defterin yerinde yeller esiyordu. Yolumun düştüğü bütün şubelerine baktım. Uzun süre bulamadım. Sonra yaz başında Beyoğlu'ndaki şubesinde tekrar çıktı karşıma. Bir an 'hayatın anlamını bulmuş gibi' üzerine atladım. Bağrıma bastım... getirdim eve. Diğer defterlerimin arasında yerini buldu. Pek de güzel durdu... AMA; Sadece dur(muş). Anladınız. Kendime bir sitem geliyor ama ilk akla gelen sebeple değil.  Yani her defteri yazmak gerekmiyor. Her kitap da okunmak için alınmaz hatta. Bazıları başvuru kitabıdır, vesaire.  Kırtasiyeyi çok seviyorum ben. Bir de paşabahçe gezmeyi. :)) Ne alaka bilmiyorum ama, ikisine da bayılıyorum. Paşabahçe biraz komik geliyor kulağa biliyorum, ama hakikat bu. Yapacak birşey yok. Her zaafımızı açıklayabilseydik keşke! Neyse...  Defteri yazmamak başka bi

BIRAKSAN UÇACAK SANKİ!

Resim
Dün gece bir rüya gördüm. Yogaya başlamıştım. Gülme! Gebertirim. :) Bir pazar sabahıydı, evden bisiklete atlayıp, Caddebostan'ın yolunu tutmuştum. Cihangir Yoga'ya varınca bisikletimi önüne parkedip, içeri dalmıştım. Birkaç saat sonra çıktığımda kuşlar gibi hafiftim. Tavsiye ederim... :) İyi geliyor... rüyası bile!  Tamam, sadede geliyorum. Yaz başından beri çok istiyordum. Ama hep bitmeyen işler, nasılsa düzenli olarak devam edemeyeceğimler, vakitsizlikler, onlar, şunlar, hatta sizler! Evet sevgili insanoğlu, bazen hepiniz fena halde sinirime dokunuyorsunuz. Öyle zamanlarda ertelemek için her şey bahane oluyor. Zaten insanlar da çok 'kötü!' ben de yoga neyim yapmayacağım anasını satayım filan diyordum. :) Tamam tamam. Şaka ediyorum yahu! :) O kadar uzun boylu delirmedim.  Hepi topu şurda yüksek sesle konuşuyorum. Rahatsız olan ya şimdi ekranı kapatsın, ya da sonuna kadar sessizce okusun lütfen.  Kendimi çok kötü bir halde suç üstü yakaladım.  Evet, resmen ha

HER TÜRLÜSÜNE VARIM! UZATIN ŞU SAKALLARI...

Resim
Bir "kesin şu sakalları" muhabbetidir gidiyor. Önce Özlem Tekin çıkıştı. "Hacı mısın hoca mı, kes şu sakalı" blah blah şeklinde. Hayır taparım sesine, soluğuna. O ayrı. Ama bu ağzından çıkan her sözün altına imzamı atacağım anlamına gelmiyor tabii. Sonra, Ayşe Arman hafif kıyısından geçti mevzunun. İnstagrama koyduğu, sevgilisi Ömer Dormen'in Hindistan arka fonlu, sakallı fotoğrafının altına "Kurban olayım sakalsız Ömer'ime. Ben sakal sevmiyorum hiç" diyerek. Bu miss gibi bir açıklama işte. Hocam diye demiyorum. :) Çünkü genelleme yapmıyor. Genellemelerden nefret ediyorum. Bütün erkekler kessin demiyor. "Ben sevmiyorum" diyor. Buna kimse itiraz edemez. Belli ki Ömer'iyle arasından sakal bile sızsın istemiyor. :) Dün de Ayşe Özyılmazel yazmış. Ben bugün okuyabildim. Ama ne yazış! "Kesin şu sakalları" diye olaya kökten bir çözüm(süzlük) önerisi getirerek. Dünyanın en saçma klişesi genellemeler değilse ne!? Misal ben bayılıyo

BAHARI GÖRMEDEN YAZ GELDİ GEÇTİ...

Resim
Bu yaz bana bir tuhaf geçti. Yaz desem değil, güz desem değil bir değişik geçti. Hızlı geçti. Ayağım suya hep teğet geçti. Yakınımdan geçti, arkamdan geçti, burnumun tam dibinden geçti... ama içine buyur edemedi. Çünkü hep hazırlıksızdım. Hep koşturuyordum. Hep yapacak bir şeylerim, yetişecek işlerim, bir şeylerim, bir şeylerim... vardı. Aklım doluydu. Sırtım doluydu. Ağırdı. Sertti. Ne yaptıysam da kulak memesi kıvamına getiremedim kendimi. Tenim güneşin altında uzun uzun gevreyemedi... 23 Nisan'lar, 19 Mayıs'lar bile hep çalışarak geçti. Ne gördüysem üçer günden iki bayram gördüm. O da yetmedi. Ama şu var tabii. Durup dinlenmeyince yorgunluğunu da hissedemiyorsun çok. Aslında o açıdan biraz iyiydi. Bir dursam, kalkmak çok zor olacaktı belki. Sizin anlayacağınız bu yaz yatay pozisyonda kedi gibi mırlaya mırlaya esneyemedim hiç. Dikey pozisyonda ve hep tetikte geçti. Derken, eylül de geçti. Dünya zamanıyla hiç işim olmadı ama, iş edinsem kendime yazları esnetirdim. İlkokuldan

BUKET UZUNER : BEN NEDEN 'BEN'İM' DE BEN 'SEN' DEĞİLİM

Resim
  Lisedeyim. Bilenler bilir. Ankara’ da, meşhur Hergele meydanından, Gençlik Parkı’na doğru süzülmekteyim. Omzuma bir el değiyor belli belirsiz… arkamı dönüyorum Ayhan! Ama yani şimdi, Ayhan’ı size nasıl anlatsım… Ayhan’ın bir ela gözleri…bir ela gözleri… bir ela gözleri var… Ne siz sorun, ne ben söyleyeyim... “Gözlerini bir kapatsana aşkım” diyor… Kapatıyorum…Ellerimi tutuyor… Sanırsınız avuçlarım ateş alıyor... Öyle bir hal! Ayhan bu işte! Yangına körükle gidiyor… işkenceyi uzatıyor… İtiraf edeyim, sonunda o büyük an geldi, dudaklarımı öpecek zannediyorum! Heyhat! Gelmemiş! O gün  daha ‘o gün’ değil(miş)… Avuçlarıma dört köşeli “bir şey” bırakıyor… Eşşek değilim ya! Anlıyorum… Bir kitap. “Aç şimdi” diyor. Açıyorum… Kapağında şöyle yazıyor: İki Yeşil Susamuru Anneleri Babaları Sevgilileri ve Diğerleri… Öyleyse kayıtlara geçsin. Bukez Uzuner benim “ilk aşk”ım. En güzel ilk gençlik anılarımda, hep başucumda duranım! Şimdi, büyüdüm de, O’nunla röportaj yaptım

ŞU KARAAĞAÇ'I GEÇENE KADAR UMUDUM VAR!

Resim
Riyavet odur ki Amasya'nın bir köyünde bir çoban yaşarmış. Köyün ağasının kızına deli gibi aşıkmış. Kız da ona aşık mıymış... onu tam hatırlamıyorum. Ya hikayeyi anlatan o kısmını atladı ya da ben unutttum. Malum sıradan bir cümlede bile genellikle vurgu sondadır. Benim de aklımda hikayenin sonu kalmış. Hikayenin sonunda kız başka köye gelin gidiyor. Düğün gününde bizim çoban kavalına sarılıp dertli dertli çalmaya başlıyor... O sırada yoldan geçen ve çobanın kıza olan aşkını da bilen "görev bilinci yerinde" bir köylü diyor ki "Be Allahın ahmak evladı, kız gelin oldu, gidiyor... görmez misin? Hala gidenin peşinden niye dertli dertli feryat edersin!?" Çoban kavalı bırakıyor. Bir deve kervanıyla karşıki tepeden başka köye gelin giden kıza doğru bakıyor... Elini kaldırıp tepenin ucunda, köyün tam çıkışında duran Karaağaç'ı işaret ederek diyor ki "Şu Karaağaç'ı geçene kadar umudum var!..." Bu fotoğraf bana lisede en yakın arkadaşım Özden'in

BEN ÖZGÜRÜM...

Resim
Bir ara çok aşık olduğum bir adama 'yaklaşma kaçınma' çatışması yaşıyordum. Bir yanım deli gibi ona koşmak, teslim olmak "al beni, ne yaparsan yap" demek istiyordu... Bir yanım 'başın büyük belada kızım, arkana bakmadan topukla!' diyordu. Gitmedim. Ya da gidemedim... Günler, haftalar, aylar geçti... Bir gün dedi ki 'Biliyor musun? Bu zevki erteleme oyununu biraz çişini bilerek tutmaya benzetiyorum...' Dedim ki 'Korkuyorum!' Dedi ki 'neden?' Dedim ki 'Sanki seninle yaşanacak bir ilişkide ağzıma sıçılacakmış gibi hissediyorum.'  'Ah bebeğim...' dedi. 'Ağzına sıçılmak edilgen bir eylemdir! En fazla sende böyle bir şeye izin verme potansiyeli vardır. Sen izin vermezsen, ben dahil, kimse senin ağzına sıçamaz!':) Bugün bir Nil Karaibrahimgil röportajı okudum. Nil yine yalın, duru, sahiciydi... Yine lafları süslemiyor, eğip bükmüyor, ama her ne yapıyorsa yapıyor, aklını havalandırıyordu.  Bugün onu neden bu kadar ç