Ergün Gündüz: Kuyuya inmeyi severim ama; çıkmayı da bildiğim için severim!

Ergün Gündüz. Nasıl desem "değişik" bir adam. Bende yarattığı ilk intiba buydu. Sonra ne kadar mütevazi dedim. Sonra ne kadar entellektüel.  Sonra ne kadar zarif bir adam. Sonra ne güzel saçları var...Var da var anasını satayım. Çok etkilendim sahiciliğinden, doluluğundan ve daha bir sürü şeyinden. Çok klasik bir cümle aslında. Kullanmaktan hep imtina ederim. Ama tam karşılığı olacak daha doğru bir cümle bulamıyorum şu an. O yüzden de diyorum ki. Hikayesi olan bir adam. Üstünden sıyırıp geçmemiş, dibine kadar yaşamış bir adam. Bunu düşündürdü bende en çok. Çok güzel hatıraları olan, onları anlatırken tekrar yaşayan ve en önemlisi de onlara sahip çıkan bir adam. Laf olsun diye yaşamamış yani hiç bir şeyi. Bunu hissediyorsun. Sana hissettiriyor. Bebek'te iki katlı bir evde oturuyor. Home- office olarak kullanıyor aynı zamanda. Bütün sanatçı evleri biraz öyledir aslında. Büyülü efsunlu bir yer gibi gelir insana. Ama bazılarının başka türlü bir duygusu vardır. Müthiş bir "yaşanmışlık" duygusu vardır. Öyle bir yerde yaşıyor. Sonra çok misafirperver. "Utanmak sıkılmak yok bak; bunlar sen ye diye burdalar" diyor. Masadaki meyveleri gösterirken. Bir an kendimi çocuk gibi hissediyorum. Ama çok mutlu oluyorum. Üzerimdeki o heyecan iniyor yavaş yavaş omuzlarından. Çok samimi geliyor çünkü o an.  Okuduğumuz hikayelerde altını çizdiğimiz bazı cümleler vardır hani. Çok şeyin altını çizdim Ergün Gündüz'le ilgili. Anlatmakla bitmez yani. O yüzden lafı fazla uzatmadan sadede geliyorum. Türkiye'nin gelmiş geçmiş en iyi karikatürstlerinden biri o. Daha öğrenciyken 16 yaşında başlıyor çizmeye. Oğuz Aral'ın öğrencisi. Gırgır'da başlıyor önce. Sonra Joker ve Akrebin gölgesi geliyor. Sonrasında daha çok çizgi-romancı olarak devam ediyor yola. Fransa'da eserleri sergileniyor. Gene Fransa ve Amerika'da yayınlanan kitaplarda çizimleri  basılıyor, Zombie Bomb adlı çizgi roman antolojisine giriyor. Bilgi Üniversitesi'nde iletişim dersleri veriyor,  dedikten sonra kendi sözümü balla kesip sizi O'nun anlattıklarıyla baş başa bırakıyorum. Şöyle buyrunuz...

Hayatınızın filmini çekecek olsanız, kamera hangi anda kayıt derdi? Hikayeniz nerede başlıyor? 

- Ben ortadan başlayan filmleri severim. Bu benim hayatımın genelinde de böyle aslında.  Sürekli kendi içinde ileri- geri devam eden bir yolculuğum var. O yüzden tam ortasından başlatırdım sanırım. Sonra geriye gideriz nasılsa. Yaşarken de böyle aslında.  Doğdum, büyüdüm gibi bir silsile halinde devam eden hikayeleri çok sevmiyorum. Dinlemesi de izlemesi de sıkıcı olurdu sanki.   Çünkü her dönemin kendine ait güzellikleri var. Bir de erkekler ilerleyen yaşlarda kendini daha iyi tanımaya başlar. Kendi hikayenin tam nerede başladığını yorumlayabilmek için biraz mesafe katetmiş olmak da şart diye düşünüyorum.  

Ciddi ciddi canlandırsak o sahneyi biraz... 

-Hint okyanusu olabilir. Maldiv'ler olabilir. Bir ada düşünün. Böyle sabaha karşı,  gün ışığı odaya giriyor...  Dışarısı çok sıcak ama içerde klima çalışıyor. Hafif serin.  Kırk -kırk beş yaşlarında adam.Gözünü açıyor....yatakta.  Belki güzel hoş bir hatunla geçirdiği gecenin sabahı olabilir bu. Hatun yok ya da banyoda olabilir. Su sesi geliyor oradan.... Uyandığında bir an o geçirdiği gecenin güzelliğini düşünüyor. Mutlu olmanın ve mutlu etmenin verdiği hazzı sürüyor. Yalnız ama; değil! Dışarı çıkıyor ve tam o manzaraya bakarken kamera gözlerine zum yapıyor. Bu kez  Cağaloğlu' ndalar. Bir sürü genç çocuk,  çizimler yapıyorlar. Ellerde kalemler. Çizimlerini matbaaya yetiştirmeye çalışıyorlar.  Dediğim gibi, kendi içinde gidip gelen bir hikaye olurdu sanırım. 

Şu anki dünyanızın karikatürü aslında ta o günlerde çizilmiş miydi peki sizce? Su aktı yatağını buldu demek mi daha doğru olur. Yoksa siz hep o nereye gideceğini bilen "ukala" çocuk muydunuz?   

Saptaman hem doğru hem değil. Yolunu bilen ukala çocuk gibi de; ama bir yanıyla da değil.  Ben şuna inanıyorum. Bu yol çizilmiş. Benim içimde kodlanmış. Ben ne yaparsam yapayım oraya gidiyorum. Bilmekten çok; o yol zaten var ve o yöne doğru gidiyor hissi. Biraz oryantal bir bakışla kader diyorlar buna. Ben kader demiyorum da. çizilmiş diyorum. İki yol var önünde diyelim mesela. Birini seçip yürüyorsun ya. Sonra "vah tüh niye öbüründen gitmedim" yok öyle bir şey. Sen zaten seçtiğin yoldan gidecektin. Zaten orayı seçtiğin için oradan gidiyorsun. Çünkü zaten sen ordan daha önce gitmişsin. Ben böyle inanıyorum.

Peki çocukken korkunca koşup  bacaklarının arkasına saklandığınız o insan kimdi?

-Masa.

Enteresan.  

-Evet ama doğrusu bu. Masanın altına girmeyi severdim. Nedense bir de ilginç gelirdi orası aynı zamanda bana.  Masanın ayakları diyelim. 

Çizimlerinize bakınca en büyük ilham perilerinizin kadınlar olduğu hissi geçiyor insana.  Kadınlardan sonra en büyük ilham kaynağınız nedir ? 

-Kadınlar tabi çok önemli bir yerde. Varoluş nedenimiz de bu zaten. Bir erkek olarak da şunu söyleyebilirim her şeyden önce, kadınlar insanı canlı tutar. Sevişmek iki cinsi için sadece romantik bir anlam taşımıyor. Cinsimizin devamı için de bu bir gereklilik aynı zamanda. Ama diğer taraftan da şunu söyleyebilirim. Ben her konunun içine çok çabuk girebilen bir yapıya sahibim. Mesela posiliye mi yazacağız. Çok çabuk adapte olurum. Biraz da çözümlemeli, analitik  şeyleri sevdiğim için belki de. Problem çözmeyi çok severim. Ama diğer taraftan da ilham kaynağı dediğin zaman bu  her şey olabilir. Direk şudur diyemem sanırım buna. 


"Aslına bakarsan nasıl ki kafamızın içinde bir sağ bir sol lob var. Sağ loblular daha yaratıcı ve duygusaldır mesela. Sol loblular daha "bencillik" üzerinden ilerler. Ticaret yapanların büyük bir kısmı sol lobludur . Orayı kullanır daha çok. Ama genel olarak baktığında bütün sanatçılar mucitler de sağ lobludur. Sağ lob üretir, sol lob onu satar. En doğrusu bunun tam ortasında durabilmek belki de. "


Peki çizdiğiniz tüm o kadın karakterleri gerçekte ne kadar tanıyorsunuz? Mesela Efsun yatağın hangi tarafından kalkar? Maniküre gider mi yoksa tırnaklarını kendi mi yapar? Sırtında bir et beni var mı?  

Ben mesela Efsun'u üç kadının toplamından yaptım. Çok beğendiğim bir modeli, gene fransız bir model, Latisha Casta var. Biraz da kendi hayal ettiğim bir kadını birleştirerek çizdim.  Alnında bir yarası vardı mesela ama ben çizmeye başladığımda o yara yok. Sonradan oldu. "Hikayenin 7. bölümünde o anlatılacak" gibi. İtiraf etmeliyim ki ben biraz popo formunu seviyorum açıkçası. Çizdiğim kadınları da güzel popolu çiziyorum haliyle. Ama karakter diyorsan eğer o daha çok çizdikçe oturur. Bazen hikaye zaten bellidir. Babası Türk, anne fransız. Güney Amerika'da dünyaya gelmiş bir kız. Baba 12 Eylül zamanında ülkeden kaçmış. Sol görüşlü bir babanın kızı. Babanın o geçmişle hesaplaşması var hikayenin içinde. Tüm bu yaşadıklarından dolayı biraz sert bir mizacı var. Ha ama bu hikayeyi başka çizerler devam ettirecekse onları da yazarım mutlaka. Refarans olsun diye. Bak şöyle ayakkabıları var, böyle giyinir gibi. 

Bazı yazarlar der ki "hikaye   yazmaya başlamamadan kurulmalıdır, ne yazacağını bilmen lazım. " Bazıları da tam aksini söyler. En iyi hikaye yolda gelişir der. Bir karikatürist için nasıldır bu durum? 

-İkisi de oluyor. Bak eğer hayatının bohem zamanlarını yaşıyorsan plan yapmazsın. Aklına gelince yaparsın. Ama biz dergiciliği yaparken o hafta dergiye yetişecek gerçeği vardı ortada. Haliyle bunun matematiğini düşünmek zorundasın o zaman. Espiriler o matematikle bulunur ve ilerler. Önce konuyu bulmak zorundasın o durumda. Bir doktoru mu anlatacaksın. Kafanda bir doktorla ilgili ne kadar hikaye, bilgi varsa hepsini hemen hesaplayıp ona göre ilerlemen lazım. Ama dediğim gibi öbür türlüyse bir sohbet anında bile birinin söylediği bir şeyi hemen not edersin , o çok sonra karikatür olacaktır. 

"Tuvalete çizim yapsam bile iyi yapmak isterim. Çünkü esas olarak yapmak istediğim her şey iz bırakmak üzerine kurulu. Özellikle sanattan bahsedeceksek, önemli olan doğru ve güzel iz bırakabilmektir.  Bir yere izimizi bırakacaksak onun hakkını verebilmeliyiz!"

Hayatın genelinde peki, bir sonraki kareyi az çok bilerek mi ilerlemeye çalışırsınız?  Mesela "atıyorum ama bu gol olmalı" mantığıyla mı ilerliyorsunuz yoksa öyle gelişine mi vuruyorsunuz topa genellikle ? 

-Bu röportaj mesela 20'  li yaşlarımda olsaydı başka bir şey söylerdim buna. 30' ların sonlarında başka bir şey söylerdim. Bugün başka bir şey söyleyeceğim. Ha ama içimdeki iskelet aynıdır tabi. o değişmez fakat davranış eğilimleri değişir insanın. Rüzgarı düşün. Gerçekliğini de çok severim rüzgarın. Hafif fırtına severliğim var yani. Bir yaprak gibi uçup konarsın bir yere ya. Ben o konduğum yerin tadını çıkarmayı severim. Sonra gelir başka bir rüzgar seni ordan alıp götürür. Keşke bırakmasaydım ya da geri mi dönseydim oraya gibi şeyler olmaz bende. Nereye konduysan orayı oranın hikayesini yaratmak ve güzelleştirmek senin elinde çünkü. Bir yanıyla bu sorunun asıl cevabı da şu aslında. Maceracı bir tarafım var evet; kuyuya inmeyi severim ama; çıkmayı da bildiğim için severim. Çıkmayı bilmediğim kuyuya ya da inmem kolay kolay.

Hazır gol demişken, hayatınızın bir döneminde bile olsa, skor peşinde koştunuz mu hiç? 

-Büyürken, gençlik yıllarında hayat bazen seni böyle düşüncelere itiyor.  Kısa da olsa o anları yaşamışımdır tabi. Hiç yaşamadım demek gerçekçi olmaz. Ama asla amaç değil. Bugüne kadar kaç kitap yaptın? sorusu mesela. Bu bir skorsa, şu an yirmi kitap yapacak malzemem var. Şimdi Leman yapacak bunları mesela. Ama basıldığı zaman benden çok başkalarına para kazandıracak. Bak bunun peşinden koşmamışım hiç mesela. Genel cevap veriyorum tabi. Bu her şey için böyle aslında. 

Aşka dönsek yüzümüzü biraz. Mesela Leon filminde Mathilda aşık olduğunu karnının ağrımasından anlıyor ya.  Siz aşık olduğunuzda,   fiziksel olarak bedeninizde ilk neresi alarm veriyor ?

(Gülüyor...)

Yaşadığımız her şeyi aşk diye tanımlamak gibi bir hastalığımız var malesef. Öyle değil. Her duygu aşk değildir. Ama bu söylediğin fizyolojik belirtiler mesela aşık olmadığın bir kadına da hissedilebilecek türden şeylerdir. Aşık olduğunu anlamak için bunların ölçü olacağını kabul etmiyorum. Aşk insanı kontrolden çıkaran bir şeydir.  

Çıktınız mı hiç kontrolden?

Çıktım tabi. " Acaba şimdi ne yapıyor, nerde?" duygusu vardır ya. O çok beter bir şeydir işte. O hale geldiysen eyvah! Zamanla bunları aşıyorsun tabi. Biraz büyümekle, biraz artık olayları sağlıklı bir şekilde yorumlamayı her şeyi doğru yere oturtabilmeyi öğrenmekle ilgili hepsi. 

Şafak Pavey eski sevgilinizmiş!...

(Gülüyor...) 

Sansasyon peşindeyiz.

Yok aşkolsun! Çok hayran olduğum ve hemcinslerim adına  varlığıyla gurur duyduğum bir kadın. 

-Çok güzel yaşanmış bir hikaye. O kadar diyeyim. Ha asıl sorunun özüne döneceksek de şöyle  örneklendireyim. Kız arkadaşına bir hediye almışsın mesela da sonra onu,  O'nun yakın bir arkadaşının üzerinde görmüşsün. Hiç rahatsız olacağın bir şey yok aslında bunda. Ama senin dediğin o kafadayken bunlar rahatsızlık verici oluyor. Batıyor resmen. İşte öyle zamanlarda, o kimyadayken bu oluyor. Ben artık oraları geçtiğimi düşünüyorum açıkçası. 

Bundan sonra kontrolden çıkmam mümkün değil mi demek oluyor bu aynı zamanda?

-İmkansız diyemem; demem daha doğrusu; ama çok zor. 

"Evim benim kalem gibi. Burda bir başkasını asla istemiyorum. düşünemiyorum. O zaman ben ben olamam burda. Gel tatile gidelim,  bir hafta boyunca, 7/24 her dakika birlikte olalım.  Ama bir hafta sonra ben kaleme dönmeliyim. Kendi dünyamı yaşayabilmeliyim. O da kendi uğraşlarıyla ilgilensin. Eğer bir insanın kendine ait bir uğraşı, bu her hangi bir hobi bile olabilir, yoksa bu kez sana ait olanı senden çalmaya çalışıyor. Bir de insanlar ilişkilerde dert yaratmayı seviyor diye düşünüyorum. Yoksa da yaratıyor. Hele ki kadınlar. Hepsinin bir derdi var. Dertli doğuyorlar demek ki!" 

Kahkahalar...

Geçmişte aşık olduğunuz bir kadın için " onu ilk gördüğümde “Aha! babayı yedim” dedim demişsiniz. 

O şöyle bir hikayeydi. Zor bir kadındı. Zor bir kadın olduğunu da biliyordum ben açıkçası. Ama ilk karşılaşmamızda güzelliğinden o kadar etkilendim ki "Tamam dedim. Şimdi bunun peşinden gideceğiz ama; baya da terleyeceğiz, hadi hayırlısı!"  Ama gene üstüne basa basa söylüyorum ki bir kadınla  sağlıklı bir şekilde yol almayı öğrendiğimi düşünüyorum.  Ama bunu da bana öğreten kadınlar yine. Ha bazı kadınlar da bilerek öğretmez mesela. Öğretmek istemez.  


"Çizdiğim bütün kadınları kendim için çiziyorum"  diyorsunuz. buradan onları kıskanabileceğiniz sonucunu da çıkarabilir miyiz peki? Mesela bir resimli romanda aşık olduğunuz kadını başka bir adamla seviştirebilir misiniz?

-Tabi canım rahatlıkla. 

Kahkalar...

O konuda açığım diyorsunuz. 

O başka bir şey çünkü. "Kendim için çiziyorum"dan kasıt görmek istediğim kadını çiziyorum aslında. Hayallerimi çiziyorum... Görmek istediğin kadın gibi yaptığın zaman başka bir  hazla çiziyosun çünkü. Eskiden bi karikatür yapmıştım. Çiziyorum kadını kağıda, sonrasında da çizdiğim kadınla yemeğe gideceğiz. Bunu kıskançlık haline getiren bir arkadaşım mürekkep dökmüştü üstüne mesela. Böyle komik enstanteneler oluyordu tabi. 

Yalnızlığını seven neden yalnız kalmaz?

-Güzel soru. Bunu hep söylüyorum. Şöyle anlatayım. En iyi örneği kendimden vereceğim. Ben bu evde aylarca tek başıma yaşayabilirim. Çok seviyorum yalnızlığımı. Benim seçtiğim yalnızlığı. Müziğim var, kalemim var. Aylarca bana kimse değip dolaşmasa hiç sıkılmadan çok rahat vakit geçirebilirim. Korkmuyorum çünkü yalnız kalmaktan. Bence tam da  bu yüzden benim hep kapım çalar. Yalnız kalmaya fırsat bulamam hiç. Ya biri "geçiyordum, baktım ışığın yanıyordu" der gelir. Ya biri "geldik Bebekteyiz buralardaysan gel bir şeyler içelim" diye arar. Buna tersinden baksak oysa ben yalnızlıktan korkan bir adam olsam mutlaka yalnız kalırdım diye düşünüyorum. 

"Bizim çocukluğumuzda, eski İstanbul evlerinde çok böcek olurdu. Ev ne kadar iyi olursa olsun onun önüne geçmek çok zordu. Gece ışığı yakarsın, birden her yerden kara fatmalar çıkar filan. Vapura binerdin, bi bakmışsın ordan oraya yürüyen kalorifer böcekleri. Bu bende fobi olmuştu. Bir gece çok güzel bir yerde çalışıyoruz. Burdan böcek çıkması imkansız dersin. Bir  çekmeceyi açtım, içinden bir şeyler alacağım.  Bir baktım içinde böcekler. Bir an elimi hiç düşünmeden uzatıp aldım içinden alacağım şeyi. Her ne hikmetse o günden sonra bir daha karşıma hiç çıkmadı bu böcekler. Ben bunu buna bağlıyorum işte. Korkunu yendiğin zaman bir daha o şeyle karşılaşmıyorsun." 

Deniyor ki " Kadınlar ölümden bile korkmaz,  yaşlanmaktan korktuğu kadar!” Nedense bu konuda hep kadınlara yükleniliyor.  Erkekler katettiği mesafenin duygusunu nasıl yaşıyor? Ergün Gündüz’ün yaşlanmak hissiyle arası nasıl?

-İki cins arasındaki en büyük problem bu zaten. 

Değil mi! Sizin sefasını sürdüğünüz bir sürü şeyin biz cefasını çekiyoruz gibi bir durum var.  

-Aynen bu. Şimdi ben kendime bakıyorum 20' li yaşlarda amma toymuşum yahu! Kim bakarmış bana o halimle, kim ilgileniyormuş"diyorum. 

Ama siz genetik olarak da biraz şanslısınız bence. Ben sizinle röportaj yapacağımı söylemek için bir kaç  kız arkadaşıma fotoğraflarınızı gönderdim. Ağız birliği yapmış gibi hepsi aynı cevabı verdi. "Ben de geliyorum, beni de götür bu röportaja!" 

Gülüyor... :)

-Teşekkür ediyorum burdan hepsine. Ben kendimi şöyle anlatayım. 16 yaşında başladım çizmeye.40 yaşıma kadar da şahane şeyler ürettim diye düşünüyorum naçizane. Ama şimdi burdan baktığımda görüyorum ki 40'tan sonra yaptıklarım çok başka. Daha ne yaptığını, niye yaptığını bilen bir hale geliyorsun çünkü. Bir kere daha iyi yaşamaya başladım diye düşünüyorum. Yediğin yemeğin hazzını sürmeyi bile ben sonradan öğrendim. Bunların hepsi o yolculuğun içinde yaşanarak öğreniliyor diye düşünüyorum. Yalnız bunda şunun da etkisi var tabi. Erkekler çok geç büyüyor. Kadınlar daha 12-13 yaşlarında ergenliğe giriyor ve çok çabuk kadınsılaşıyor. Bir de gerçekten şu estetik merakından uzak durmalılar diye düşünüyorum. Normal haliyle yaşlansa öyle olmayacak halbuki. Son olarak da çok klasik bir bakış gibi gelebilir ama bu benim sahiden çok inandığım bir şey. Bir kadının ya da adamın beyni ne kadar güzel çalışıyorsa bu görüntüsüne o kadar iyi yansıyor diye düşünüyorum.



Bir yaz akşamı.  Bi balıkçı kasabısnda,  denize karşı rakı içiyorsunuz. Şahane ılık bir yaz rüzgarı var.Fonda Zeki Müren çalıyor. “Baharı bekleyen kumrular gibi, sen de beni bekle sakın unutma!” diyor. Böyle bir anın size hayalini kurduracağı o kadını çizer misiniz bize desem?  

-Of ki ne of! Zor soru...

Baya da bir ayrıntı istiyorum. Saçları nasıl mesela,  nasıl giyinmiş? 

Çok da rahatlıkla çizerim ama; benim için güzelliğin belli bir tarifi yok. Hiç yok hem de. Benim için çinli bir kadın da çok güzel olabilir. Norveçli de olabilir, bilmem nereli de olabilir. Dudakları ince de olabilir kalın da. Çenesi sivri de olabilir yuvarlak da. Bazıları takıntılıdır. İlle esmer olsun ya da şurası şöyle olsun. O yüzden zor dedim. Ha ama sadece senin kurduğun ambiyans üzerinden gideceksem o duygunun çağrışıtırdığı kadını tarif edebilirim. Hani deriz dedin. Rakı dedin. Biraz böyle Ege havası var. Yarı kumral yarı koyu saçlı bir kız olabilir mesela. Egeli, böyle grek yüzlü bir kız. Burnu hafif kemerli. E rüzgar var dedin. Saçları da uzun olsun madem. Ha ama o dönem için çok güzel şeyler hissettiğim bir kadın varsa hayatımda, o zaman,  o ortam O'nu hayal  ettirir muhtemelen bana. 

"Marliyn Monroe çok güzel bir kadınmış;  ama Rita Hayworth da çok güzel bir kadın. O da esmer. Böyle tek tornadan çıkmış gibi kadın tarifi verdikleri zaman deliriyorum ben. Böyle yaptıkları için bu kadınlar doğallığının keyfini sürmeyor. Bir ortama giriyorsunuz. Bir masada on tane kadın mı var? Onu da sarışın. Rusya'da bu kadar sarışın yok yahu! Ne oluyoruz? "

Acayip güzel saçlarınız var. İnsanda ellerini arasında gezdirme hissi uyandırıyor… Kimden almışsınız onları?

-Teşekkür ederim...Baba galiba. Biz Balkanlar'dan gelen bir aileyiz. Baba Bulgar, anne Selanik göçmeni. Biraz oraların etkisi sanırım.   

Facebook'ta bir fotoğranızın altında biri size şöyle soruyor?
"Siz mi çektiniz?"  Siz de cevap veriyorsunuz. "Ben neler çektim...!"
Madem öyle,

Hiç parasızlık çektiniz mi? 

Tabi ki. Eğer aileden gelen çok hazır bir sistemin yoksa kazandığın ve kaybettiğin günler var. Büyük şirket sahipleri bile böyledir. Bir batar bir çıkar. Çektim tabi. Eğer maaşlı çalışmıyorsanız balıkçı gibisiniz zaten. Bir gün küçük balık gelir. Bir gün balina gelir. Bu biraz böyle bir hikaye. 

Hiç etiniz kemikleriniz ağrıyacak kadar aşk acısı  çektiniz mi?

O kadar ağır olduğunu söyleyemem ama kızgınlıklar oluyor tabi. Özellikle beklemediğin, hazırlıklı olmadığın anlarda hiç beklemediğin bir şeyle karşılaştığında oluyor mesela. Ama geçer...geçiyor. Ben hep bunu söylüyorum. Hayat kısa!  

En son ne zaman masturbasyon çektiniz?

-Bence sevişmenin bir malzemesi Bir yemeğin çeşnisi baharatı neyse,  bu da bunun içinde olan bir şey ve olmalı da. iki kişinin arasında,  yan yanayken de olmalı bence. En son gibi bir cevap vermekten ziyade; gereklidir ve yaparım diyeyim. Herkese de tavsiye ediyorum buradan. :) 

Defalarca izlemekten bıkmadığım o film Blade Runner. Harrison Ford oynuyor.  Geçen gün bunu düşündüm. Biz mi çok film izlemişiz? Bizim jenerasyon mu? Neredeyse izlemdiğim film yok gibi. Blade Runner muazzam bir bilim kurgudur.  Müzikleri filan müthiştir. O yıllarda teknoloji bu kadar gelişmemişkin üstelik,  bunu yapabilmiş olmaları da  ayrıca olağanüstü diye düşünüyorum. Otuz kere falan izlemişimdir. 

En büyük keyif anlarıma eşlik eden o kadehte  Puro  bunun cevabı aslında.  Bir içkiden ziyade Puro diyebilirim.  Hayatımda sigara kullanmadım ama çok keyifli anlarımda yaktığım o puronun zevki benim için paha biçilemez. Bir içki de eşlik edecekse ona şarap olsun o da tabi. Her şey olabilir ama; puroyla şarap daha iyi gider her zaman.  

Film bitiyor.  Son sahnesi çekiliyor…Esas adam ekrana döndü ve  dedi ki?

To be contiuned der ingilizler hani.  Devamı var. Bitmedi. 

Peki sizce kaç kez izlenmeye değer? Bir kere daha gelelim mi?

-En az bir kere daha! 

Yorumlar

  1. Cok cok ama cok begendimmmm senin yazilarini okurken hizli trende gibiyim kisa bir zamanda varis noktasindasin cok akıcı eline koluna yuregine kalemine saglik :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yazdıklarımla ilgili galiba duyduğum en güzel iltifatlardan biri. Çook teşekkür ederim...sevgimle...

      Sil
  2. "Çok keyifle okuyacağını tahmin ettiğim bir röportaj geliyor." dediniz ya dün... Sayfada yeni yazıyı görünce, başlıktan önce fotoğraf dikkatimi çekti ve "Anam! Pierce Brosnan ile röportaj yapmış, dedim :) Keyifli bir sohbet olmuş, orada hissettim kendimi.
    Saçlarının çoğunu zamana teslim etmiş birisi olarak, Robert Redford'dan sonra en imrendiğim saç, Sayın Gündüz'ün saçları oldu :)
    Bi'de...
    "masturbasyon çekmek" ne ya :p
    Fiilin çekimini yanlış kullanmışsınız bence. Yine, hata aradığım düşünülmesin sakın! Olayı, mizaha çekiyorum yalnızca :D

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Nasıl kullanmalıydım peki? :) Doğru çekimini merak ettim şimdi. :) Hadi öğret bana. Bir harf karşılığında kırk yıl vadediyorum sana :P

      Sil
  3. DİKKAT 18+!
    Ben hiç yapmadım ama bir arkadaşım yapar da ondan biliyorum :p
    Mastürbasyon yapmak der o buna. Fiilin çekimi de var ama o bir rakamla kullanılıyor sanırım.
    Başlasın 40 yıl :)
    İstanbul'dan ayrılıyor olmanın kederini dağıttı bu hediye bende :)

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

hoşgeldiniz

Bu blogdaki popüler yayınlar

Peki'yi kim icat etti?

ERTUĞRUL ÖZKÖK: CENAZEM KİLİSEDEN KALDIRILSIN İSTİYORUM!

Rötarlı: Grinin Elli Tonu